24 Ağustos 2011 Çarşamba

Yeni Bir Güne Günaydınla Başlamak

Sabah yatağınızda gözlerinizi açtığınız o ilk an, hani tavanı ya da duvarı gördüğünüz o ilk an ne düşünüyorsunuz? Sadece kızıyor musunuz yoksa uyanmak zorunda kaldığınız için, bir gün hiç uyanamayabileceğinizi düşünmeden? Söylesenize yeni bir gün ne kadar heyecanlandırıyor sizi? Aşkla bağlı mısınız hayata? Sabah kalktığınızda gülümseyebiliyor musunuz hiç?

Yaşamın sonluluğuna karşı bir sabah daha uyanmış olmak hoşunuza gitmiyor mu? Varsın hava soğuk olsun, uyanınca bir ürperti kaplasın vücudunuzu. Varsın sadece bir kaç saat uyumuş olun, gözleriniz kançanağı olmuş, şişmiş, belki başınız ağrıyor olsun. Varsın o gün yapacak bir dolu işiniz olsun, hiç enerjiniz yokken…

Belki kahvaltınızı hazırlayacak, hatta bırakın hazırlamayı eşlik edecek kimseniz de yoktur. Yiyecek bir zeytini zor buluyorsunuzdur belki. Belki de hiç bir maddi sıkıntınız yoktur ama sadece uyanmaktan nefret ediyorsunuzdur. Nedeniniz ne olursa olsun, o sıcacık yatağı terkedip buz gibi bir güne başlamak çoğu zaman zor gelir hepimize.

En kötü olasılıkları düşünün. Sevgiliniz sizi terketmiş olsun, girdiğiniz sınav kötü geçmiş olsun, patronunuzla aranız açılmış olsun. “Zor bir gün ne kadar sevinç verebilir ki” demeyin. Uyandınız ya! Bu yetmez mi? Uyanacak bir hayatınız var ve bu herşeye değer!

Hayat kısa. Aşkla bağlanabileceğiniz, uyandığınızda gülümseyebileceğiniz tek bir hayatınız var ve onun da ne zaman biteceğini kimse bilmiyor. Ama nasıl yaşayacağınızı sadece siz biliyorsunuz. Gülümseyin, kendinize ve hayata, hem de uyandığınız her sabah!

12 Ağustos 2011 Cuma

ÖSYM Başkanı Ali Demir, LYS sonuçlarının 19 Ağustos'ta açıklanacağını belirtti.

Prof. Dr. Demir, “Yüzlerce gencimizin ve ailelerinin heyecanla beklediği 2011 ÖSYS Yerleştirme Sonuçlarını açıklama aşamasına geldik” dedi
Adayların sabırsızlıkla bekledikleri sonuçları hızlı bir şekilde tamamlamak için ÖSYM olarak özverili ve yoğun bir çalışma temposundan geçtiklerini vurgulayan Demir, “Bu süreçte sistemli olarak kurumumuzu yıpratma gayreti güden yalan haberler de yapılıyor ne yazık ki. Buna rağmen biz, bir gencimizin bile hayallerine kavuşmasını geciktirmemek, adayları ve yakınlarını bekletmemek için sadece işimize odaklandık” diye konuştu.

Üniversiteye yerleştirme sonuçlarını 19 Ağustos 2011 Cuma günü açıklayacaklarını bildiren Demir, adayların sonuçların açıklandığı gün, saat 15.00 itibariyle ÖSYM'nin “http://sonuc.osym.gov.tr” internet adresinden sonuçlara ulaşabileceklerini söyledi.
ÖSYM Başkanı Demir, adayların sonuçları T.C kimlik numaraları ve şifreleri ile öğrenebileceklerini belirterek, “Bu yıl yerleştirme sonuç belgesi basılmayacak ve adayların adreslerine gönderilmeyecek” diyerek adaylara hatırlatmada bulundu.

9 Ağustos 2011 Salı

Yapıcı Olmak Üzerine

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş... Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş...

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş...

Ranga Guru ise;

- Sen artok ressam sayılırsın Racaçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kirmizi bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmiş... Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüs tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün oldugunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmiş...

Birkaç gün sonra gittigi meydanda görmüs ki resmine hiç dokunulmamış, firçalar da, boyalar da kullanılmamış... Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

Ranga Guru ise;

Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanaği ile karşılaşabileceğini gördün...

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı...

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmedigi bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi...

Sevgili Raciçi Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur...

Sakin emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartişma...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Dostluk Üzerine

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği, bir kazada birlikte ölmüşlerdi. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar. Adam çok susamıştı. Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular. Rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın. Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
"Affedersiniz... Burası neresi?"
Kadın ona gülümsedi:
"Burası Cennet, efendim."
Adam bunun üzerine sevinçle:
"Harika!" dedi. "Peki bana biraz su verebilir misiniz? Ge rçekten çok susadım."
Kadın cevap verdi:
"Tabi efendim, içeri girin... İçeride dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz."
Adam köpeğine döndü:
"Hadi oğlum içeri giriyoruz," diyerek kapıya yürüdü... Ama kadın onu birden durdurdu:
"Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez. Hayvanları içeri almıyoruz..."
Bunun üzerine adam bir an durdu; düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular. Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla, yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı...
Adam sordu:
"Affedersiniz. Bana biraz su verebilir misiniz?"
Dede:
"İçeri gel." dedi. "Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..."
Adam sordu:
"Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?"
Dede:
"Tabii..." dedi. "Çeşmenin yanında köpeğ inin de su içebileceği bir kâse bulacaksın..."
Bunun üzerine adam kapıdan girdi. Biraz yürüdükten sonra sağ taraftaki çeşmeyi buldu. Adam çeşmeden, köpek de oradaki kâseden kana kana içerek susuzluklarını giderdiler.
Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:
"Su için çok teşekkür ederim. Peki, burası neresi?"
Dede:
"Burası Cennet." dedi.
Bunu duyan adam şaşırdı:
"Ama nasıl olur? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler."
Dede:
"Şu rengârenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi. "Orası Cehennem."
Adam iyice şaşırmıştı:
"Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz?"
Dede gülümsedi:
"Kızmıyoruz. Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar."
Dostlarınızı Yarı Yolda Bırakmayın.
Bir dostun derdine herkes üzülebilir, bu çok kolaydır.
Bir dostun başarısına sevinebilmek ise
sağlam bir karakter gerektirir...

Dostluğun anlamını ve dostlarının değerini bilenlere...

Hızlı yaşayarak neleri kaçırıyoruz?

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC’de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.
Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı…
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell’in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi…
Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

Etkileyici bir yazı..

1994,Kevin Carter,Sudan
Çocuk emekleyerek 1 km ötedeki Birleşmiş milletler kampına gitmeye çalışıyor. Arkasındaki akbaba da çocugun ölmesini bekliyor. Fotoğrafı çeken Kevin Cartner fotografı çeker çekmez oradan ayrılıyor ve cocuga ne oldugunu kimse bilmiyor.3 ay sonra depresyona giriyor ve intahar ediyor.Fotoğrafçı bu fotoğrafla Pulitzer ödülü aldı.. 1994 yılında Sudan da çekilen bu fotoğraf Afrikada ki açlığın simgesi oldu ve belkide bir çok insan bu fotoğraf sayesinde açlıktan kurtuldu. Ancak insanlar olayı sadece bir fotoğraf karesi olarak görmüyorlardı, Kevin Carter e olayın devamını yani küçük kıza ne olduğunu sordular. Cevap en az fotoğraftaki manzara kadar içler acısıydı: Carter, küçük kıza yardım etmediğini ama fotoğraf çekerken akbabanın korkup kaçtığını, kızın yaşayıp yaşamadığını bilmediğini ama yaşıyor olması gerektiğini, çünkü gıda yardımı yapılan Amerikan üssünün pek de uzakta olmadığını söyledi. Vicdan azabına dayanamayan Kevin Carter, 1994’ün bir Haziran günü bahçe sulama hortumunu araba egzostuna bagladi ve arabasinda bogularak öldü.

Hayat Çok Kısa

Bir zamanlar doğuda çok akıllı ve bilgili bir hükümdar varmış. Bu hükümdar, yeryüzünde yaşayan insanlara ilişkin her şeyi bilmek istiyormuş. Vezirlerini yanına çağırmış ve:
- Bana dünyadaki tüm ulusların tarihini yazın, geçmişte ve şimdi nasıl yaşadıklarını, hangi savaşlara katıldıklarını ve çeşitli ülkelerde gelişmiş iş ve sanat kollarını anlatın! Diye buyurmuş ve onlara beş yıl süre tanımış.

Vezirler önünde saygıyla eğilmişler. Sonra krallıktaki akıllı adamların en akıllılarını bir araya toplamışlar ve hükümdarlarının dileğini iletmişler. Beş yıl sonra vezirler sarayda tekrar toplanmışlar.

- Büyük hükümdarım, dileğiniz yerine getirildi. Dışarıya bakarsanız istediğinizin karşılandığını görürsünüz demişler.

Hükümdar hayretle gözlerini açmış. Sarayın önünde sonu ufukta kaybolan bir deve kervanı duruyormuş. Her devenin sırtında iki dev heybe ve her heybenin içinde de on büyük cilt varmış.

- Bu nedir? Diye sormuş hükümdar.

- Bu dünya tarihidir, diye yanıtlamış vezirler.

- Buyruğunuz üstüne bilge kişiler beş yıl durmadan çalıştılar.

- Benimle alay mı ediyorsunuz? Diye kükremiş kral. Ömrüm bunların onda birini bile okumaya yetmez! Söyleyin kısa bir tarih yazsınlar. Ama tüm önemli olayları içersin.

Ve onlara bir yıl süre vermiş. Bir yıl geçmiş ve yine kervan sarayın önünde durmuş. Bu kez yalnızca on deve boyundaymış ve her devenin sırtında iki heybe, bunların içinde de on cilt kitap varmış. Kral çok öfkelenmiş.

- Bugüne kadar tüm ulusların yaşadığı yalnızca en önemli olayları yazmalarını söyleyin onlara demiş.

Akıllı adamların en akıllısı öne çıkmış ve:

- Yarın efendim. İsteğinize yarın kavuşacaksınız, demiş.

- Yarın diye yinelemiş hükümdar şaşkınlıkla. Çok iyi ama beni aldatıyorsanız başınızı yitireceksiniz!

Sonunda mavi gökyüzünde güneş yükselmiş ve hükümdar bilge kişiyi yanına çağırtmış. Yaşlı bilge elinde ufacık bir kutu ile içeri girmiş.

- Ey ulu hükümdarım, tüm insanlık tarihinde yaşanmış en önemli olayları burada bulacaksınız, demiş kısık bir sesle.

Kral kutuyu açmış. Kadife bir yastık üstünde küçük bir parça parşömen duruyormuş ve sadece bir cümle yazılıymış:
Doğdular, yaşadılar ve öldüler.

Duyguların Matematiği

Önce sevdim: Sevdiğimi öğrendim, sevebileceğimi farkettim. Sevdikçe kendimi kainatla topladığımı gördüm.

Affetmeyi öğrendim: Affetmenin, dostlarımı 10la çarpmak olduğunu fark ettim.

Pişman oldum: Pişman olduğumu itiraf ettim; pişman oldukça hatalarımı küçük, anlaşılır ve bağışlanabilir parçalara bölebildiğimi gördüm.
...
Hatırlamayı öğrendim: Hatırladıkça sevgilerimin kare kökünü bulup, onlardan hüzün çıkardığımı fark ettim.

Değer vermesini öğrendim: Değer verdikçe sevgilerin küpünü bulup, onları mutlulukla çarpabileceğimi gördüm.

İltifat etmesini öğrendim: İltifat ettikçe insanlarla aramdaki en kısa mesafenin bir tebessümün resmettiği bir çizgi olduğunu gördüm.


Özür dilemeyi öğrendim: Özür diledikçe nefretin ve öfkenin sonsuza bölündüğünü böylece dargınlıkların limit sıfıra giderken yok olduğunu fark ettim.

Hüzünlendim: Hüznü sevdim, hüznün kalbime dokunmasına izin verdim.
Böylece bütün mutlulukların ve zevklerin sonunda ayrılık çizgisine teğet geçip geri döndüğünü gördüm.

Ve bir gün öleceğim: Kesinlikle öleceğim ve öldüğüm gün anlayacağım ki; yaşadığım hayat, paydası sonsuzluk olan basit bir kesirden ibaretmiş.

Tüm bu işlemlerin sağlamasını yapmak isterseniz, kalbinize bir bakın.

Can Dündar / Aşk Ayakkabı Gibidir

Bedenin yükünü ayaklar taşır,ruhun yükünü yürekler.. bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada
barındıran ayakkabıyı seçersiniz.
İçinizin acılarını,sıkıntılarını,kırgın​lıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.
Zaten... aşklar da ayakkabılar gibidir...
Bazıları çamur yağmur,toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü hava"koşullarına dayanıklıdır.
Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur"ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup"gider.
Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla"seçmezseniz,tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde NASIR oluşabilir.
Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır"diyen satıcıya inanarak alırsanız,zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.
Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp"zamanla
düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.
Aşık olabileceğiniz insan türü,tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde,farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir"....
Aşkı bir çeşit serüven olarak"spor"gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı"gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.
Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı"gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.
Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır.
"Bez"ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları"ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur.
"Marka"ayakkabı alır gibi,sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan"aşıklar görürsünüz. Katı plastikten "yağmur çizmesi"edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.
Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı"olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.
Evet,aşk "ayakkabıdır".
Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor"kullandığnız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz".
Ve nasıl ki"delik"bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca"bir miktar"ömrünü uzatmış olursanız;"delik"bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da asla eskisi gibi olmayacaktır.
Can Dündar

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Mozilla Firefox'da Facebook sohbeti eski haline getirme

Burada Google Chrome için anlatımını yapmıştım. Firefox kullanıcıları için anlatımı aşağıda bulabilirsiniz.
Öncelikle Firefox'un greasemonkey eklentisine ihityacımız olacak.

Buradan eklentiyi indirelim.

Sayfada üstte görüldüğü gibi  + | Add to Firefox butonuna tıklıyoruz. Önümüze aşağıdaki gibi bir pencere gelecektir. Şimdi kur-Install Now- butonuna tıklayarak eklentimizi kuruyoruz.


Eklenti kurulduktan sonra firefox'u yeniden başlatmanızı isteyecektir. Firefoxu yeniden başlatıyoruz.
Son adım olarak buraya tıklayarak gelen pencerede Install seçeneğini seçiyoruz.


Sağ altta şekildeki gibi bir pencere cıkarsa işimiz bitmiştir demektir. Facebook'a girerek eski sohbet sayfanızı kullanabilirsiniz.


Google Chrome'de Facebook sohbeti eski haline getirme

Firefox için anlatımını Burada bulabilirsiniz.
Facebook'un yenilikleri bitmiyor. Facebook yenilik getirdikçe de bizler bu yeniliklere alışana kadar çileden çıkıyoruz. Ufak bir eklenti ile artık sohbet penceresini eski haline getirebiliyoruz. Yapmamız gerekenler cok basit. 

Hemen Buraya tıklıyoruz. Chrome'nin alt kısmında aşağıdaki gibi bir uyarı gelecektir. Devam Et butonuna tıklıyoruz.


Bizden yüklemeyi onaylamamızı isteyecek. Yükle butonuna basarak devam ediyoruz.


Aşağıdaki gibi bir ileti geldiğinde sohbetiniz eski haline gelmiş demektir.


Lüfer, hamsi, kalkan / daralıyor zaman...




Lüfer, hamsi, kalkan / daralıyor zaman...: "“Seninki kaç santim?” kampanyası yarım milyon insanın desteğiyle devam ediyor. Denizlerimizin ve balıkların geleceği için, iş işten geçmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...